BİLGE KADIN
BİLGE KADINAnam Afyonkarahisar’ın Çobanlar’a bağlı Göynük köyünde doğmuş. O’nun Kafa Kağıdında (Nüfus hüviyet cüzdanı resmi adı) 1929 yazıyor. Doğru mu, tahmin mi, o da bilmiyor. Ablasını, amcama vermişler. Dedelerim kimseye gitmesin diye de Anamı daha 13 yaşındayken babamla evlendirmişler. “Sokakta oyun oynuyorduk. Bir bakmışım düğün hazırlıkları başlamış. Anca hatırlıyorum” diye anlatırdı Anam. İki kardeş aynı eve gelin gelmişler Dedemin iki kızı var. Öteki dedemin de iki oğlu. Yani anlayacağınız annem teyzemle elti; babam da amcamla bacanak olmuşlar.
Annem mektep, medrese görmemiş; ama feleğin çemberinden geçmiş. Hayatın acısını tatlısını yaşamış. Yaşanmışlıklarından tecrübe edinmiş. Annem bilge kadındı. Kocasını erken yaşta kaybedince mahalleye fırın açmış. Oradan kazancı ile çocuklarının nafakasını çıkarmaya başlamış. Hayata hep olumlu bakan, olaylara karşı metanetli olması ve hayata hep pozitif bakması sonucunda annemi mahallede “Bilge Kadın” konumuna getirmiş. Hep danışılan, başvurulan biriydi. Mahallede öküzü kaybolan anneme “Bi bakıver Hatça Gocana, buluncak mı? Der bir umut beklerdi gelen kadınlar. Gelini küs gitmiş kadınların da şaşırmış bir durumda kapımızı çalar akıl alırdı: Netcez! Hatça’mız? Her başvurana sabrı önerir. Ya da elçi gönderilmesi için araya hatırı sayılır insanları koyar aralarını düzeltirdi. Annem de hiç kin yoktu.
Fırında ekmek yapanlardan para alınmazdı. Para geçmezdi. Her tekne hamurda bir ekmek hak verilirdi. O da ihtiyaç fazlasını ekmeği Ziya Bakkal’a satar 3-5 kuruş da para biriktirirdi. Mahallede paraya daralan kadınlar sessizce anneme başvurur, Anam de tasarruf ettiği paradan sıkışan kadınlara borç olarak verir. İşlerini görürdü. Borcunu zamanında ödeyene verirdi. Her isteyene de vermezdi.
Köylük yerde çocuk çocuğa oynarken bazen kavga ederdik. Bize sıkı sıkıya kimseyle kavga etmeyin diye tembih ederdi. Kavgamızı duyarsa bize çekişirdi. Çok çileler çekmiş. Çooookkk. Ama hiçbirinden de şikayet etmez. Bu günleri gösteren “Rabb’ime şükürler olsun”la biterdi sohbetin sonu. Babam hakkında konuşurken hep güzelliklerini bahsederdi. Babama yakılan manileri sıralardı. Metanetliydi. Hiç gözyaşını görmedim. Bazen düşünceli gördüğümde dalardı. N’oldu yine anam dediğimde “Yok kuzum bir şey yok” derdi
Hal dilini de çok iyi anlardı. Yine bir gün ziyaret ettiğimde dalmışım demek ki: “Ne düşünüyorsun yavrum Hadeee! Haddee! yiğit düştüğü yerden kalkar” demişti. Ve yiğit düştüğü yerden kalkmasını bilmişti Hayat tecrübesi böyle bir şey demek ki.
25 yıl yürüyemedi ama hiç şikayet etmedi Kardeşlerimin hanımları ve bacılarım çok iyi baktılar. Hiçbiri şikayet etmedi. Her zaman gelinleri için helal süt emmişler kuzum derdi. Hiçbirinden şikayetçi olmadı.
ANNEME SORDUM: NE ZAMAN DOĞDUM?
Bir gün anneme sordum : “Ana, benim kafa kağıdımda yıl 1956, ay mayıs yazıyor. Doğru mu? “ Anam, şöyle bir nefes çekti. Yılların yorgunluğunun yüzüne bıraktığı yoğun olduğu alın bölgesindeki çizikler, bir karıştı; bir dağıldı, bir toplandılar. Şu sözler döküldü dudaklarından. Gerisini Anam’dan dinleyelim.
”Kuzum, ayını, yılını, gününü bilmem. Eskiden ay, yıl mı vardı? Tezek, kemre zamanıydı. Yani b.k kesimi mevsimiydi. (Kışlık yakacak için hayvan terslerini kıştan harman yerlerine dökülürdü. Üzerinden bir bahar geçerdi. Yağmur sularının ıslattığı mayalanan hayvan pislikleri Hıdrellezden sonra kesilirdi. Kurutmaya bırakılırdı) Ben de Abamla beraber (Satı Teyzem) kendi tezeklerimizi yapıyorduk. Ay! Aba rahatsızlandım, dedim. Dur! Gız! Biraz sabret! Bitirelim de öyle bakalım” dedi. “Aba hadi ben sabreden de çocuk bu! Sabretmiyor!
Hemen eve gittik. Ebe Garıyı (o zamanlarda iptidai usullerle doğum yaptıran) getirdiler. Uğraştılar, doğamadın Yavrum. Gafan gocamandı. Çok uğraştık. Ebegarı, bunu Şeher’e (Afyon 20 km) götürmemiz lazım dedi. Öğlen ikindiye devriliyordu. Şeher’e araba şaraba yok. Zaten köyün bir külüstür otobosu var. O da Şeher’e (AFYON) sabah gider, ikindi dönerdi.
Baban İstanbul’da (Pozda Tren rayları döşeme işi) çalışıyor. Abam, amcana arabayı koşalım dedi. Amcan arabayı koştu. (Tatar at arabası yaylı maylı değil) Sülümenli köyünden Şeher’e yetiştirebilirsek yetiştirelim, dediler.
Amcanlarında biri doru biri kır iki iyi atı var. Alelacele arabayı koştu, yani hazırladı. Teyzen, Ebegarı, ben bindik. Atlar da sanki yollarının uzun olduğunun farkındalar. Yerinde duramıyorlardı. Amcan elinde kamçıyı bir doruya bir kırata şaklatıyor.” Hadi oğlum yolumuz ırak koşturun” diye emirler veriyordu. Atlar sanki birbiriyle yarışırcasına dört nala koşuyorlardı. Her ayaklarını attıklarında yeleleri kalkıp iniyor, burunlarından soluyorlardı. Ebegarı teyzene” Satı Gelin bu kadar hız fazla. söyle de biraz yavaşlasın yoksa atlar çatlıcak dediğini duydum. Teyzen de : “Abdil biraz atları dinlendir çatlıcaklar” dedi. Amcan teyzenin uyarısına kulak asmadı “ Dayan Hatça gelin yetişeceğiz!” diye kamçıyı sallamaya devam etti. Atlar koştukça toprak yoldan havalanan topraklar, toz bulutu oluşturuyordu. Ben acıdan, sancıdan kıvranıyorum.
Sülümenli köyünü geçtik. At arabası bana daha çok acı çektiriyordu. Cehennem azabı çekiyordum sanki. Ama hiç umudumu kesmedim. Afyon’la bizim köyün arasında Yarıkuyu denilen bir yer var. Çavdarlı Köyü’nün karşısı. Oraya geldiğimizde: Aba ben dayanamıcam, dedim. Abam, amcana: “Abdil! arabanın koşumlarını çıkart” dediğini duydum. Amcan atların terbiyesini çekti. Atlar önce tingildedi. Sonra da durdular ama solumalarında buharlar çıkıyordu.
Falakaları boşalttı. Terli atların üzerine çullarını attı. Eğer o çullar olmasa atla terini soğuturlarsa hasta olacağını biliyoruz tabi. Amcan şöyle uzaklaştı. Sonra neler oldu bilmiyorum. Abam anlattı. Bi cığara içimi sen geldin dünyaya. Bir an nefesin kesilmiş. Bir iki tokat atmışlar popona. Ağlamaya başlayınca sesini duyar gibi oldum. İyi maşallah Bizim gız oğlun oldu dedi Abam. Aceleden makas bıçak almayı unutmuş Ebegarı. Kuyunun etrafında bulunan “baltaşla” göbeğini kestiler. Gerisin geri döndük evimize. Ama acıdan kıvranıyorum. Yani doğumun zor oldu.
Peki, Ana hangi aydı? Diye sordum
“Bilmem Kuzum” dedi.
Sorduk soruşturduk. B.k kesimi mayıs, haziran aylarında olurmuş.
“Peki! Ana, yılını hatırlıyor musun?”
“Kuzum onu da bilmem.” Mahalleden birkaç isim sayar. Amcaoğlun Recep senden 3 ay önce doğmuştu. Sağdıcın Irmızan’la 4 ay var aranızda. Şükran’la kırkınız karıştı. O yüzden sizi susturamadığımız zaman bazen sen O’nun annesini emer, bazen de Şükran beni emerdi. Süt kardeşsiniz, derdi.
Eskiden ayı yılı belli olmayanlara tevellüdü (doğum) kayıp derlerdi, Anlayacağınız benim tevellüdüm kayıp.
1962 yılında, doğduğumdan epey yıl geçtikten sonra bir iş için Şeher’e (Afyon) gidilmiş. Nüfus Dairesine gitmişler. Nüfusçu’ya aynı bana anlattığı gibi anlatmış Anam. Nüfusçu şöyle bir kafayı tavana dikmiş. Gözlerini bir sağa, bir sola devirmiş. “Mayıs yazalım” demiş. Bizimkiler itiraz mı edecek? Ocak da yazsalar sesleri çıkmaz 12 Mayıs yazmış nüfusçu. Hadi mayısı anladım da 12’si nerden çıktı diye merak ederdim. Belki Nufüsçu’nun özel bir günü ya da o da kafadan atmıştır tabii. Hadi gününü böyle bulduk da yılını nasıl bulacağız? >
“Peki yılı ne zaman hatırlıyor musun? Çocuk kaç yaşında? Diye sormuş Nufüsçu. Anam: “5- 6 yaşında… Okula gidecek duruma gelmedi daha. Dur bi hatırlayayım.” demiş ve hafızasında kalan bir anısını anlatmış.
Biz b.k keserken köyümüzün Tellali Gullüm Ali’nın bizim sokağa geldiğini hatırlıyorum. Çocuklar etrafını sarmışlar. Evlerden kapı önüne çıkanlar oldu. Herkes bakalım ne ünnücek diye meraklı gözlerle ona bakıyorlardı. O da avazı çıktığı kadar Yarın Şeher’den devlet gelecekmiş. Köy halkını köy meydanında toplanmasını ünnüyordu. Sonradan öğrendim Hökümat bizim köye belediyelik vermek için Şeher’den kelli felli adamlar geleceklermiş. Ama ne zaman bilmiyorum. Demiş Anam Nufusçu Çobanlar’ın ne zaman kasaba olduğunu biliyormuş. Ona da 1956 yazalım demiş. Doldurmuş kafa kağıdımı (Nüfus hüviyet cüzdanı) eline vermişler. Bir de ne surette verildiği yazılıydı kafa kağıdında. İlk defa kafa kağıdı doldurulduğundan “Doğumdan” ibaresini yazmışlar. 50 yaşın altındakiler ne tevellüdü bilirler ne de kafa kağıdını?
Yani demem o ki sevgili dostlar benim tevellüdüm kayıp. O yüzden burçlar murçlar ilgimi çekmez. İlgilenmedim de hiç.
ADIM
Ben doğduğumda babam İstanbul’da tren istasyonlarına ray döşeme işinde çalışıyormuş. Sirkeci Büyük Postanesinin yanındaki langarlarda kalıyorlarmış. Çalışanların başında işçi çavuşu olduğu için işinden ayrılamıyor.
Amcam, Mektup yazmış. Adresi bilindiği için mektup çabuk unnaşmış babama. Babam erkek çocuğu doğduğu için sevinmiş. Tabi beraber çalıştığı arkadaşları da sevincine ortak olmuşlar. Adım için öyle Amet, Memet, Abdil, Halil falan olmasın diye de salık vermişler. Şeher ismi olsun demişler. Babam da gururla yazmış mektubun cevabını. Önce Allah’a kul olsun. Sonra da milletine faydalı işler yapsın. Ünü yayılsın “Ünal” olsun demiş.
Postaneye gitmiş. dili ile zarfın yapışkan kısmını yalamış. Zarfı pullamış. Göndermiş mektubu. Ve bir sabah namazından sonra mahallemizdeki yeni yapılan camimizin imamı ile amcam kulağıma ezan okumuş ve adımı koymuşlar:
Ünal Yılmaz.